Nallıhan

İpek yolu üzerindeki hanlardan biriymiş Nallıhan. Bugüne kalmış yegâne parçası, hanın kemeri üzerindeki nal. İpek yolu üzerinde her 35 km.'de bir han olduğu için "hangi hana gidiyorsun" sorusuna verilen yanıt "kapısında nal olan" anlamında "Nallıhan'a" olduğundan beri ismi böyle kalmış. Rivayet, o nalın Köroğlu'nun atının han kapısından çıkarken düşürdüğü nal olduğuymuş. Hanın yapım tarihi, 1595. Yaptıran, Vezir Nasuh Paşa. Mimarı, bilinmiyor. Hana dair bugün görülecek bir şey yok, kemerinden başka.

Nallıhan Turizm Gönüllüleri Derneği üyeleri "biz kırsal turizmi seçtik" derken kitlesel turizmi ret ederek, her şeyi doğal akışında ve kendi oluşunda göstermeyi amaçladıklarını ifade ediyorlar. Gerçekten de her şey o kadar kendi oluşunda ki, Nallıhan ilçe merkezinde yerel tatları deneyebileceğiniz tek bir restoran yok örneğin. Konaklama olanağı sınırlı. Ama merkezde bir iğne oyası müzesi ve kültür merkezi var.

Turizm Gönüllüleri Derneği Başkanı Mustafa Bektaş güzel bir slayt sunumu eşiğinde bu bilgileri verirken gerçekten takdire değer bir yerel turizm etkinliği içinde olduklarını düşündük. Nallıhan'ı tanıtmak için yaptıklarından biri de büyük kentlerdeki tur operatöreriyle işbirliği yaparak bir etkileşim uygulaması geliştirmeleri. Köylülerle kentlileri buluşturdukları etkinlikte, şehirden gidip köylülerle birlikte bir gün boyunca tarlada çalışıyorsunuz. Onlar sabah kaçta kalkarsa o saatte kalkıp, onlar gün içinde ne yapıyorsa aynısını yapıyor,sonra ev sahibi köylü ailenizle birlikte akşam köydeki eve dönüyorsunuz. Mustafa Bektaş diyor ki, "bu deneyimin sonunda köylü kentliye; kentli de köylüye özenmekten vazgeçiyor." Etkili etkileşim, kalıcı empati.

Nallıhan denince akla gelen ilk şey iğne oyası olabilir. İpekle yapılan oya, emek yoğun bir iş. O ölçüde de zarif. İlçe kadınları örgütlenip bir kooperatif haline geldikten sonra harıl harıl çalışıp tüm Türkiye'ye iğne oyası yetiştirmeye çalışıyorlar ama talep karşısında sayıları yetersiz kalıyor. Bağlı köylerden yeni kadınları bu işte ustalaştırmaya çalışıyorlar. Daha ayrıntılı bilgi almak ve internet üzerinden iğne oyalı takı siparişi vermek isterseniz:

http://www.naltud.org.tr/?&Bid=1422481&/%C4%B0%C4%9ENE-OYALARI

Nallıhan ve çevresinde çok fazla ardıç ağacı var. Ardıç, yöre ile özdeşleşen bir doğa varlığı olarak iğne oyası figürlerinin de başlıca esin kaynaklarından biri. Ama boşun aramayın; en güzel ardıç işlemeli iğne oyası kolyeyi ben aldım !

Dünyada 60, Türkiye'de 7 türü olan ardıç ağacının Türkçe'deki adı "arda kalan" den geliyor. Dayanıklı bir ağaç olarak kendini her koşuyda kurtarması ve üretmesi nedeniyle. Meyvesi "kozalak" olan açık tohumlu ağaçlar içinde olan ardıçın "boylu ardıç" ve "kokulu ardıç" türleri, ağaç boyuna ulaşabilen örnekleri. Nallıhan'da da işte bu türlerin koruları var.

Açılmaz ve dağılmaz olan kozalağın kabuğu içindeki tohumun doğaya karışabilmesi için ardıç kuşunun onu yemesi gerekiyor. Kuş yerken sert kabuğu yumuşatmış oluyor ve dışkısıyla da dogaya ardıç tohumunu geri bırakıyor.
Kızıl Ardıç kuşu. Fotoğraf: İsmail Şenel

İlçe merkezine 35 km. uzaklıkta bir kuş cenneti var. 179 kuş türünün gözlenebildiği bir doğal alan. Dernek üyesi rehberimiz Hüseyin Tırıl, adı hep aşağılamalara eşlik eden angut kuşunun da burada görülebildiğini; angutun eşi öldükten sonra yıllarca yas tutan, yas tutarak ölen bir kuş olduğu bilgisini verdi.



Kuş cennetinin sulak alanı ise Sarıyar barajının kapaklarının açılması ile oluşan bir gölet. Gözlem evinin karşısındaki Kız Tepesi, tıpkı adını sarı olan yamaçlarından alan Sarıyar gibi, ilgili akademisyenlere göre özel bir örnek sunan jeolojik bir yapı. Kat kat farklı rengi olan bu tepe, renklerini, kilden, humustan, demirden alıyor. Demirin boyadağı kırmızı toprakta, üzüm bağları da var.

Uyuzsuyu Şelalesi bu gezinin insanı en çok dinlendiren noktası. Şelaleye ilişkin ilginç not ise 21 Mart'taki gün dönümünde akmaya başlaması. Bunu her yıl nasıl denk getiriyor acaba? Ağustos'un ilk haftasından itibaren suyu kesiliyormuş. O nedenle Nallıhan'a Ağustos'tan sonra gitmemek lazım. Gezinin en görülesi yeri yerinde olmadıktan sonra...



Komşular: 

Çayırhan'a giriş levhasının yanında "Ankara'nın Denizi Çayırhan" diyen bir başka levha görebilirsiniz. Sarıyar Hasan Polatkan barajı üzerinde tekne turları yapılıyormuş. Burası, yakın zamanda Frig kalıntılarının bulunduğu bir yer. 236 mezar bulurmuş. Çayırhan'ın bir başka özelliği termik santrallerden ötürü Karadeniz'den yoğun göç alması ve nüfusunun yüzde 70'inin Karadenizli olması. Oraya gidince bir anda her şey Karadeniz oluyormuş.

Emir Sultan köyünde Tapduk Emre'nin; Tekke köyünde kızı Bacım Sultan'ın türbesi var. Biz gitmedik, bir şey söyleyemeyeceğim.

Nallıhan, Ankara'ya 160 km., Bolu'ya 100 km., Eskişehir'e 120 km., İstanbul'a 300 km. uzaklıkta.

(Gezi tarihi, 19.5.2011)


Merak edenler için ek bilgi:


İPEK YOLU

İkisi de Çin'den başlayan ve Avrupa'da son bulan bu yollardan Baharat Yolu Anadolu'ya uğramıyor; dünya ticaretinin de sadece yüzde 5'ini sürdürüyordu.
İpek Yolu ise, bugünkü Pekin'in 70 km. doğusuna düşen Şiang kentinden başlayıp, Türk illerini, çölleri, dağları, İran'ı geçerek Anadolu'ya uğruyordu.

İran’da ikiye ayrılan İpek Yolu’nun bir kolu, Anadolu'ya geliyor ve burada da üç alt kola ayrılıyordu. İlk kol, Kars-Ani'den girerek Artvin, Trabzon, İstanbul, Avrupa yolunu izliyor; ikinci kol, Doğu Beyazıt'tan girerek; Ağrı, Erzurum, Erzincan, Sivas yolunu izliyor;  Sivas'ta iki alt kola daha ayrılıp birinde Tokat, Amasya, Gerede, İstanbul yolunu izlerken, diğerinde Kayseri ve Konya'ya yöneliyordu. İran'dan Anadolu'ya giren kolların üçüncüsü ise Hasankeyf'ten başlıyor; bütün güneydoğuyu kat ederek Malatya ve Konya'ya ulaşıyordu.
15.yüzyılın sonlarına doğru, Portekizli ve İspanyol denizcilerin yeni deniz yolları keşfetmesiyle, İpek Yolu terk edildi. Çünkü ticari taşımacılığın maliyeti ve süresi yeni deniz yolları ile çok çok azalmıştı.
İpek Yolu’nda seyreden orta ölçekli bir kervan 1000 deveden oluşurdu. Çift hörgüçlü Asya develeri, 250-300 kg.’a kadar yük taşıyabildikleri için, bir seferde 1000 deve 300 ton mal taşırdı. Ancak kervanın bir seferi de, bir yıldan az sürmezdi.
Öte yandan Çin'e denizden, Ümit Burnu'ndan gitmenin maliyeti ise bir kervanınkine göre çok düşüktü. Orta tonajlı bir gemi 300 ton yükü rahat alırken, varış noktasına bir yılda değil sadece üç ayda gidebiliyor; üstelik bir İpek Yolu kervanındaki gibi bini aşkın kişiye değil, en fazla 100 kişilik mürettebata ihtiyaç duyuyordu.
Kervansaraylar, İpek Yolu üzerinde, ticaret kervanları için inşa edilmiş konaklama yerleridir. Anadolu'yu bir ağ gibi saran İpek Yolu'nun üzerinde kervanlarının her türlü ihtiyacını karşılamak için sayısız kervansaray inşa edilmiştir. 
Kervansaraylarda, hamam, ahır, doktor, eczacı, araba tamirhanesi, berber gibi çok çeşitli türde hizmetin yanında, akrep ve yılan rehberleri gibi özelleşmiş hizmetler de vardı. Ana rehberler, kervan sahipleri, hayvan bakıcıları ve kervanın güvenliğini sağlayan kolluk güçleri de eklenince, bir kervanda yaklaşık 2000 kişinin istihdam edildiği olurdu.
Böyle yoğun nüfuslu kervanların kervansaraylarda karşılaşıp da orada verilen  hizmetin aksamaması için, kafilelerin Anadolu’ya girişine belli aralıklarda izin verilirdi.
Her bir kervansarayın arası, o dönemdeki ifadeye göre, "deve yürüyüşüyle 7-8 saatlik mesafede",  bugünkü ölçülerimizle,  35-40 km. kadardı.
3 ilâ 7 gün konaklanılan kervansarayların işletmesi devlete aitti. Konaklayanlardan hiç bir ücret alınmıyordu.
Peki bu yüksek maliyet nasıl karşılanıyordu?:  Kervanların taşıdıkları mallardan alınan vergilerle.
O dönemde, Britanya bütçesinin 7.5 milyar altın; Fransa bütçesinin 4.5 milyar altın olduğu; sadece Sivas kervansaraylarından toplanan verginin ise 4 milyar altını bulduğu belirtiliyor.
Taşınan mallar sigortalı; kervan güvenliği tam olduğu için, Anadolu,  İpek Yolu üzerinde kervansaraylar işlettiği dönemde altın çağlarından birini yaşamıştır.
 
Anadolu'da kervansaray inşası, Selçuklu döneminde en yoğun dönemini yaşarken, Beylikler döneminde azalmaya başlamış, Klasik Osmanlı döneminde yok denecek kadar azalmıştır.
İnşası bilinen kervansaray sayısı, 200’dür. Sadece Sivas-Kayseri arasında 24 kervansaray yapılmıştır. Bugün tamamen ya da kısman ayakta kalanlar ise 120 kadardır. 
Kervansarayların şehirlerdeki benzeri, "Şehir Hanları"dır. Osmanlı'nın erken döneminde ticaret, artık yollarda değil, şehirlerde yapılmaya başlandığı için şehir hanları  ortaya çıkmış; fakat bunlar kervansaraylara göre daha mütevazı yapılar olmuşlardır. Şehir hanlarında tek tür mal satılmış; bu mekanlar sattıkları malın ismiyle anılmışlardır. Bursa'daki Koza Han, Ankara'daki Pirinç Han gibi.
"Menzilhan"lar ise, yine yollarda ama yalnızca tüccarlara değil, orduya da hizmet veren yerlerdir. Osmanlı döneminde ordunun sefere çıkmadan önce toplandığı mekanlardır. Bu nedenle kervansaraylardan daha büyük inşa edilmişlerdir.
"Bedesten"ler ise ticaret ve esnaf çeşitliliği olan,  zengin dükkânlarının toplanma yeri olarak öne çıkan,  genellikle çok kubbeli yapılarıyla tanınan yapılardır.  
Kaynak: Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, sanat tarihçisi ve Kültür Bakanlığı’nın rehber eğitmenlerinden olan Hakkı Acun’un, 8.11.2006 tarihinde, Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi’nde konuyla ilgili yaptığı sunuş.